Tazminat Nedir?

Hukuki bir kurum olarak tazminat, fertler arası menfaatler dengesinin korunmasında en sık başvurulan müeyyidelerden biridir. Tazminat kelimesinin sözlük anlamı "zarar ve ziyanı ödeme" olmakla birlikte,  hukuki bir terim olarak, genellikle bir kimsenin şahıs veya mal varlığında iradesi dışında meydana gelen eksilmenin, yani zararın telafisi için bundan sorumlu olan kimsenin yerine getirmesi gereken edim anlamında kullanılmaktadır.

Tazminatın, Mevzuatta kesin ve genel bir tanımı yapılmamış olsa da yukardaki tanımından da anlaşıldığı üzere, zarar kavramı ile sıkı sıkıya ilgili olduğu görülür. Bu bakımdan zararın mahiyeti, yani zararın meydana geldiği hukuki varlıklar olan şahıs veya mallar, tazminatın vasfının tayin ve tespitinde önemli rol oynar.

Zarar Kavramı ve Zararın Tazminatın Belirlenmesindeki Rolü

Mamelekin mal veya şahıs varlığı ayrımına uygun olarak "zarar" kavramı da dar ve geniş anlamda olmak üzere iki şekilde tanımlanır. "Dar anlamda zarar", bir kimsenin malvarlığında iradesi dışı meydana gelen, iktisadi bir kıymeti olan ve para ile ölçülebilen eksilmeyi, yani maddi zararı, ifade eder. Maddi zarar, malvarlığının azaltılması şeklinde gerçekleşebileceği gibi malvarlığının çoğalmasına engel olunması şeklinde de gerçekleşebilir. "Geniş anlamda zarar" ise maddi zararla birlikte manevi zararı da kapsar ve mal veya şahıs varlığına yapılan bir tecavüzün vukuundan önceki hali ile sonraki hali arasındaki fark olarak tanımlanır. Bu fark, bir kimsenin maddi yahut manevi varlığında iradesi dışı meydana gelen bir eksilmedir. Bu öyle bir eksilmedir ki, maddi olduğu zaman takdir ve tespiti net olarak mümkün olabilirken, manevî olduğu zaman duyulan fiziki veya moral bir acı, elem, ıstırabın tespiti güçtür. Manevi zarar şeklinde meydana gelen bu fiziki veya moral acı, elem ve ıstırapların, mutlaka maddi olmayan bir şeye karşı yöneltilmiş haksız bir tecavüzün sonucu olması gerekmez. Aynı zamanda şahıs varlığını temsil eden maddi şeylerin zarara uğratılmasından da kaynaklanabilir. Bundan dolayı manevi zarar olarak adlandırılan söz konusu fiziki veya moral acı, elem ve ıstıraplar, müstakilen meydana gelebileceği gibi maddî ve cismanî zararlarla müşterek olarak da meydana gelebilir.

Maddi ve manevi zararın ortak yanı, hukuken korunan varlıklara yönelmiş bir tecavüz sonucu meydana gelen bir eksilme olması ve bu sonuca hukukî bir sorumluluğun bağlanmasıdır. Maddî ve manevî zarar arasında geniş manada böyle bir ortak nokta olmasına rağmen, önemli bir mahiyet farkı vardır. Dolayısıyla maddî zararla manevi zarar arasındaki bu mahiyet farkı onların telafisini öngören tazminatın şekline ve gayesine de etki etmektedir. Nitekim maddî zararların karşılanması her zaman için zorunlu ve mümkün iken, manevi zararların çoğu durumda telafi kabul etmez niteliklerinin yanında tespit ve takdirleri yönünden arz ettikleri güçlükler, onların aynen tazminini imkansız kılmaktadır. Fakat bununla beraber paranın bugün sosyal ve ekonomik yönden ulaştığı ehemmiyet ve birçok ihtiyaca cevap vermede oynadığı rolü dikkate alırsak, bozulan fiziki ve ruhi dengenin "kısmen ve imkan nispetinde iadesini temin" anlamında iyi bir araç olduğu kabul edilmiş, bu amaçla birçok ülkede olduğu gibi "manevi tazminat" adı ile yeni bir tazminat çeşidi ihdas edilmiştir. Bu şekilde manevi zararların, para ile tazmin ve telafisi mümkün hale gelmiştir. Fakat manevi tazminat, hiçbir zaman haksız kazançlara ve sebepsiz zenginleşmelere kaynak teşkil etmemelidir. Dolayısıyla, hâkim gerekli gördüğü takdirde manevi zararın telafisi için paradan başka bir tazmin şekline karar verebileceği, gibi, ona ilâveten paraya da hükmedebilir. Kısaca manevi tazminata esas olan düşünce mümkün mertebe mağdurun tazmin ve teskini olduğundan manevi tazminatın hakkaniyetli şekilde belirlenmesi taraflar için önem taşır.

Türk Borçlar Kanunu'nun 58. Maddesi, kişilik hakkı ihlal edilen kişiye, TBK ve TMK'da özel bir düzenleme ile korunmakta olan kişisel değerler dışında kalan değerlerin ihlal edilmesi durumunda manevi tazminat davası açmaya yarayan bir hükümdür. Yani TBK'nun 58. Maddesi, sosyal ve duygusal kişilik değerlerinin ihlalinden doğan manevi zararların tazmin edilmesini amaçlayan genel bir sorumluluk hükmüdür. Buna karşılık TBK'nun 56. Maddesi, özel nitelikte bir hüküm olup fiziki kişilik değerlerin ihlalinden doğan manevi zararların tazminini düzenlemektedir. Yani genel nitelikte bir hüküm olan TBK m.58, özel nitelikte bir hüküm olan ve sadece bedensel bütünlüğün ihlali ve ölüm halinde manevi tazminatı düzenleyen TBK m.56'nın uygulama alanının bulunmadığı hallerde söz konusu olur. İki hüküm arasındaki ilişki özel-genel hüküm ilişkisidir ve şartları bulunduğu takdirde öncelikli olarak özel hüküm olan m.56 uygulanır.

Manevi Tazminata Hükmedilme Şartları ve Kusur Kavramı

Manevi tazminata hükmedilebilmesi için genel sorumluluk şartlarından "hukuka aykırılık" ve "illiyet bağı" haricinde, ayrıca şu üç şartın da gerçekleşmesi gerekir: "şahıs varlığına dahil bir hakkın ihlali", "zarar" ve "kusurun özel ağırlığı".

"Kusur" şartı üzerinde duracak olursak kusurun manevi tazminatı düzenleyen kuralın genel veya özel olmasına, failde veya mağdurda yahut her ikisinde birlikte bulunmasına göre tazminata hükmetmede ve hükmedilen tazminatın miktarının tayininde farklı rolü vardır. Kusurun kanunda kesin ve temel bir tanımı yapılmamış olmakla birlikte kast, ihmal(ağır/hafif) gibi çeşitleri bulunmaktadır. Her şeyden önce "kusur", hukuka aykırı bir fiili işleyen failin zihin ve ruh halini ifade eder. Bu zihin ve ruh hali; kanun, ahlâk veya akitle men veya emredilen şeyin kast, ihmal, tedbirsizlik veya dikkatsizlikle yapılması veya yapılmaması şeklinde tezahür eder. Kusursuz sorumluluk halleri hariç hukuki sorumluluğun esasını teşkil eden kusur, irade ile ilgili sübjektif bir unsurdur. İradeyi ise temyiz kudreti oluşturur. Temyiz kudreti; bir kimsenin yaptığı işin iyi veya kötü olduğunu ayırt edebilme, sonucuna katlanabilme yani makul ölçüde hareket edebilme yeteneğini ifade eder. Asıl olan temyiz kudretinin varlığıdır; onun yokluğunu ileri süren iddiasını ispatla yükümlüdür. Hakim her durumda temyiz kudretinin varlığını, yokluğunu re 'sen araştırır ve takdir eder. Bunu yaparken de fiilin işlendiği anı dikkate alır. Bundan dolayı kusur, bir haksız fiilin failine izafe edilebilmesi olarak da tanımlanır. Yukarıda da belirttiğimiz üzere kusur, kast ve ihmal olmak üzere ikiye ayrılır. Kast, failin hukuka aykırı bir sonucu bilmesi ve istemesidir. İhmal ise failin hukuka aykırı sonucu istememekle birlikte onun meydana gelmesini önleyecek gerekli tedbirleri almaması, gerekli özen ve dikkati göstermemesidir. Tedbirli ve basiretli kimsenin gösterebileceği özen ve dikkatin gösterilmemesi "hafif ihmal", aksine herkesin veya normal bir kimsenin göstermesi gereken özen ve dikkatin gösterilmemesi "ağır ihmal" olarak nitelendirilmektedir. Kusur, şekillerine göre kast ve ihmal olarak ikiye ayrıldığı gibi, derecesine göre de ağır ve hafif olmak üzere ikiye ayrılır. "Ağır kusur", kast ve ağır ihmali; "hafif kusur" ise yalnız hafif ihmali kapsamaktadır.

Kusurun Ağırlığının Tazminatın Belirlenmesine Etkisi

TBK m.51 uyarınca " Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler." Bu hükümden anlaşılacağı üzere zararın sorumlusu olan fail açısından manevi tazminata hükmedilebilmesi için kusurun derecesine bakılmamakta, alelade kusur olması yeterli olmaktadır. Bununla birlikte kusurun ağırlığı ile uğranılan zararın ağırlığı arasında sıkı bir bağ vardır. Bu bağın tabii bir sonucu olarak kusurun ağırlığı, tecavüzün şiddeti ve uğranılan zararın ağırlığı ile doğru orantılıdır. Tecavüz şiddetli veya zarar ağır olduğu ölçüde kusur da ağırdır. Yargıtay, bir kararında özel olarak ilgilenmesi gereken bir resmi kurumun gerek memleket, gerekse davacının ailesi bakımından değerli olan resmi bir belgeyi kaybetmesini ağır bir kusur olarak değerlendirmiştir. Yine bir başka kararında, "iş muhitinde dürüst tanınan bir iş adamına kabul etmeme protestosu yerine ödememe protestosu" çekmeyi bir banka için ağır bir kusur olarak kabul etmiştir. Bu kararlardan da anlaşılacağı üzere kusurun hususi ağırlığı takdir edilirken yalnız sübjektif kıstaslara değil her somut olayın özelliklerine göre objektif kıstaslara da itibar edilmelidir. Buna göre kusurun hususi ağırlığı; kusur fikrine, yani sübjektif esaslara dayanmakla beraber aynı zamanda fiilin ahlâk ve âdaba aykırılığı, toplum ölçüsündeki ağırlığı, tecavüzün şiddeti ve mağdurun şahıs varlığında meydana getirdiği zararın büyüklüğü gibi, objektif esaslara da dayanmaktadır. Ayrıca kusurun hususi ağırlığından söz edebilmek için failin cezaya çarptırılmış olması şart değildir, aksine hakimin cezayi müeyyidesine maruz kalan her kusur her zaman ağır kusur özelliği taşımamaktadır.

Şimdiye kadar kusurun fail yönünden ağırlığına değindik ancak failin kusuru bulunmasına rağmen mağdurun da kusuru varsa yani zarara birlikte sebebiyet verme olarak tanımlanan "müterafik kusur" kavramının bulunması da manevi tazminatın belirlenmesine etki eder mi? şeklinde bir soru soracak olursak;  TBK m.52 uyarınca "Zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir." ve "Zarara hafif kusuruyla sebep olan tazminat yükümlüsü, tazminatı ödediğinde yoksulluğa düşecek olur ve hakkaniyet de gerektirirse hâkim, tazminatı indirebilir." Bu hükümlere istinaden, zarar görenin yani mağdurun kusuru failin kusurundan az olduğu zaman hakim bunu nazara almaksızın hüküm verebileceği gibi tazminatı indirebilir. Buna karşılık mağdurun kusuru failinkine eşit olduğu zaman, bu durum çoğunlukla tazminatın indirilmesini gerektirir. Nihayet, mağdurun kusuru daha ağır, baskın ve failinkinden zaman itibariyle daha önce ise, hakim, artık uygun illiyet bağının bulunmaması sebebiyle davayı reddedebilecek ve tazminatı kaldırabilecektir. Müterafik kusur hallerinde tazminata hükmedilmesi, tazminatın indirilmesi veya kaldırılması hakimin takdirindedir. Bu konudaki kural; tahrikin, zarara birlikte sebebiyet vermenin veya müterafik kusurun, manevi tazminata hükmedilmesine engel teşkil etmemesidir. Şu kadar ki, söz konusu hallerde mağdurun kusuru, failin özellik arz eden ağır kusurunun bu niteliğini giderecek yoğunluk ve oranda olmamalıdır. Eğer böyle bir durum yoksa, şüphesiz mağdurun kusuru, tazminat miktarının tayini veya indiriminde dikkate alınmalıdır. Burada maddi tazminat ve manevi tazminat arasında önemli bir fark belirir. Bu fark, mağdurun birlikte kusuru bulunduğu zaman, maddî tazminat halinde tarafların kusur derecesi dikkate alınarak sorumluluk aralarında kusurları oranında pay edildiği halde, manevi tazminat halinde mağdur aleyhine daha katı davranılarak, ancak mağdurun kusuru tahrik edici veya daha ağır olmadığı durumlarda manevi sorumluluğun paylaştırılmasına gidilmesidir. Yargıtay'ın da bu konuda vermiş olduğu bazı kararlar farklılık gösterebilmektedir. Eski tarihli bir kararında manevi tazminata hükmedilebilmesi için mağdurun kusursuz olması şartını aramıştır. Daha sonraki kararlarında tahrikin, manevi tazminatı ortadan kaldıran bir sebep olmadığına hükmetmiştir. Yani önceleri müterafik kusur halinde manevi tazminat taleplerini reddederken sora müterafik kusurun tazminata mani olmadığı kararını vermiştir. 1966 tarihli bir içtihadı birleştirme kararı ile de bu konudaki çelişik görüşleri belli bir esasa bağlamış, müterafik kusurun veya birlikte sebebiyet verme durumunun manevi tazminata hükmedilmesine engel "teşkil etmeyeceğine, ".... ancak bunların manevi tazminatı haksız ve yersiz..." kılmaması gerektiğine hükmetmiştir. Bu içtihadına uygun olarak daha yeni tarihli bir kararında "adi hakaret yoluyla kişisel hakların halele uğratılması... olaylar zincirinin sonunda gerçekleşmiştir." diyerek bu davranışın zararın ve kusurun ağırlığını ortadan kaldıran bir talep olmadığına, manevi tazminat miktarının tayininde dikkate alınacağına karar vermiştir. Ancak hakim, yukarıda da belirttiğimiz üzere mağdurun kusuru böyle bir tazminatı haklı göstermeyecek kadar ağır olduğu takdirde, tazminat talebini reddedebilir, Aksi halde tahriki, müterafik kusuru veya birlikte sebebiyet vermeyi bir indirim sebebi olarak dikkate almalıdır. Tahrik birlikte sebebiyet verme ya da müterafik kusurda olduğu gibi mağdurun rızası veya affı da hakkaniyetin tazmini gerektirdiği yerde hakimin, artık zararın maddî mi yoksa manevî mi olduğunu araştırmasına gerek olmadığından, manevi tazminata hükmedilmesini gerekli kılmaktadır. Ayrıca manevi tazminata hükmedilmesi için failde herhangi bir kusur şartı aranmamıştır. Bu da TBK m.65'de belirtilen kusursuz sorumluluk hallerini meydana getirmiştir. Bunlar , "hakkaniyet sorumluluğu", "özen sorumluluğu" ve "tehlike sorumluluğu" olarak ayrılır.  Söz konusu 52. Maddeye dönecek olursak, burada düzenlenen gerek ölüm gerek cismanî zarar halinde hakim, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar verebilir.

Fakat manevi tazminatın belirli bir ölçütü olmadığı, benzer olaylar ve benzer davalarda hükme bağlanan tazminat miktarları arasında farklılıklar görülebilmektedir. Buna neden olan etkenlerin en başında, dava açanların ne miktar manevi tazminat isteyeceklerini bilememeleri, istek tutarlarının hiçbir hesaba ve ölçüye dayanmaması gelmektedir. Kimileri yüksek harçlar ödemeyi göze alarak son derece yüksek rakamlar üzerinden dava açarken, kimileri de nasıl olsa en aza indirileceğini düşünerek çok düşük miktarda manevi tazminat istemektedirler. Manevi tazminatın belirlenmesi, yargıçların takdirindedir fakat yargıçlar da dava dilekçelerinde talep edilenden daha düşük miktarda manevi tazminata hükmetmektedirler. Savcılık ve karakollar aracılığıyla yaptırılan "tarafların sosyal ve ekonomik" düzeylerinin araştırılması uygulaması, bunun haricinde yasada öngörülen "özel durumların" gözetilmesi, bunların araştırılıp değerlendirilmesi manevi tazminatın takdirinde yol gösterici olmalıdır.

Yargıçlar, manevi tazminatı takdir ederken zorlanmaktadır çünkü en başta davacı istekleri ölçüsüz ve tutarsızdır; ikincisi yargı düzenimizde manevi tazminata ilişkin hükümlerde, başvurulabilecek bir değerlendirme ölçütü bulunmamaktadır.

Sonuç olarak manevi tazminat, malvarlığı eksilmesini veya kazanç yoksunluğunu giderme aracı değildir. Fakat manevi zararın maddi zarar kadar kolay paraya çevrilememesi, matematik cetvellerle hesaplanıp kesinlikle saptanamaması, onun parasal maddi denkleştirme işleminin bir parçası sayılmasına engel olmamalıdır.  Uygulamada görülebilen farklılıkların giderilmesi adına ortak ve somut bir ölçü bulunması yararlı olacaktır. Örneğin, bedensel zararın derecesine göre değişen yüzdelere bağlı sigorta tazminatları benzeri bir manevi tazminat hesabı yapılması mümkün olabilir. Ölümlü olaylarda da destek payları üzerinden bir değerlendirme yapılabilir. "Maddi zarar hesaplanır, manevi zarar takdir edilir" düşüncesinden uzaklaşılarak manevi tazminat, maddi tazminat benzeri bir yöntemle, bir değer birimi üzerinden hesaplanabilir. Böylelikle manevi tazminat tutarlarının belirlenmesi kolaylaşarak benzer olaylarda hükmedilen manevi tazminat tutarları arasında farklılıklar varsa bu farklılıkların giderilmesi mümkün olabilir.

KAYNAKÇA

  • 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu
  • Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu, Esas: 1966/7, Karar: 1966/7 İçtihadı
  • Yargıtay 17. Hukuk Dairesi E. 2019/5203 K. 2020/4530 T. 8.7.2020 sayılı kararı
  • Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 27.10.1999 T, 1999/4-896 E, 1999/89 sayılı kararı
  • Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt II, Prof. Dr. O. Gökhan Antalya, sf. 173, 174
  • Gürsoy Manevi Zarar s.29
  • DURAL M./ÖĞÜZ T., Kişiler Hukuku, İstanbul, 2015

The content of this article is intended to provide a general guide to the subject matter. Specialist advice should be sought about your specific circumstances.